“Üç Aynalı Kırk Oda” Murathan Mungan

“Bazı gerçekler insanlara fazla gelir; ya da bazı insanlara gerçek fazla gelir.”

İlk gençliğimde derin bir aşkın pençesinde, izinde, kıvrana, imrene okuduğum; sonraki yıllarda neydi beni böylesine etkileyen diye tekrar okuduğum; dönüp dolaşıp yıllar geçirdikten sonra da eskiye özlem duyduğumda ilk gençliğimin izlerini arayarak okuduğum kitap. Birbirine gizli bağlarla bağlanmış üç hikâyeden oluşan benim en çok ilk hikâyesine vurgun olduğum kitap.
İlgi alanları ve beğenileri dağınık ve çeşitli olan benim, böyle döne dolaşa aynı kitabı okuduğum sayılıdır. E madem hayatımda iz bırakan böyle sayılı kitap var; o vakit onları zamanı geldikçe elime tekrar alıp bu kez de haklarında ne düşündüğümü yazıya dökmek amacıyla okuyayım istedim.
Kitap, kitaptaki fikir, hayatının bir yerine denk düştüğü için etkiler insanı elbette. “Oooo! “Ne kadar da ben ya da ne kadar da benim anlatmak istediğim, olmak istediğim ya da aaa ben nasıl böyle düşünemedim hayret!” dedirttiği için etkiler. Hiç değilse içinde çeşitli muziplikler vardır sizi etkileyecek. Eğer kurmaca okuyorsanız işte bunları bulduğunuz için beğenirsiniz kitabı. Bir de benim gibi biraz daha özelleştirilmiş beklentileriniz de olabilir. Kendi açımdan ben bir yazarı sevdiğime karar vermişsem sebebi belli: kelimelerle oynaması hem de çok iyi oynaması, keyifle oynaması, yazarın kendisinin de bu oyundan zevk aldığının fark edilebiliyor olmasıdır.
İşte Üç Aynalı Kırk Oda, bana hepsini ve belki daha fazlasını verebilmiş kitaplardan. Zaten yazarının pek çok kitabına dair hislerim ve yorumlarım benzerdir. Murathan Mungan ki, kendisiyle bir imza gününde tanışma, hayranlığımı belirtme, imzasını alma, fotoğraf çektirme şansına da erişmişliğim oldu, bana göre tam bir yazardır. Kendisi bir üstattır. Kitaplarında benim en sevdiğim durumu çok iyi gerçekleştirir. Yani kelimelerle çok iyi oynar. Onları alır, evirir, çevirir, böler, parçalar sonra tekrar bir araya getirir ve size öyle bir sunar ki tek bir cümlesine takılıp durup düşünmeniz sevgili yazarımızın kattığı o derin anlamı iyice algılamak için okumaya bir es vermeniz ve ancak bütün yönleriyle değerlendirip bolca etkilendikten sonra okumaya devam etmeniz gerekir. Bakınız kitaptan yazarımızın öyle sıradan bir şeymiş gibi söyleyip geçtiği hüzün kelimesi. Şöyle bahsetmiş:… yüzündeki bağışlamasız hüzün. Uzak bakışlarındaki derin küskünlük, meydan okuyan bir umarsızlığa dönüşmüştü zamanla. Her acıyı ciklet çiğneyerek karşılayan ve bir omuz silkmesiyle geçiştiren kızlardan biri olmuştu sonunda. Başka türlü ayakta ve hayatta kalınamayacağını öğrenmişti çünkü. Bu cümleleri okuduktan sonra kızın yüzündeki o hüzün gelip benim içime yerleşiyor. İçimde bana ait başka hüzünlere dokunuyor. Hayatı karşılama biçimime değip geçiyor. Dedim ya yazarımız kelimelerle beni yaptığı işe hayran bırakacak kadar iyi oynuyor.
Elbette ben bir edebiyat otoritesi değilim. Ama aynı zamanda en iyi edebiyat otoritesinin okur olduğunun da farkında bir okurum. Demem o ki; otorite olmadığım için burada kitabın kurgulanışı, dili, üslubu, mesajı, edebî değeri vs. konularda yorum yapacak değilim de yazarın kitapta ele aldıklarından en çok değindiklerinden bahsetmesem de olmaz tabii. En kadim konulardan biri aşk diğeri de cinsellik. Eğer bu konularda kafa yormadıysanız ya da yüreğiniz, beyniniz bu konuların tüm yönleriyle ele alınmasına açık değilse bu kitabı okumayınız derim. Çünkü tüm yönleriyle derken hem insana kendisini iyi hissettiren, ayaklarını yerden kesen, masal alemlerine taşıyan hisleri hatırlar hem de yerin dibine sokan utançlarınızı, hayattan soğutan kendine güvensizliklerinizi ya da varlığına tahammül dahi edemeyeceğiniz, toplumca varlığı içten içe bilinen ama görmezden gelmenin tercih edildiği duygu ve durumları tüm çıplaklığıyla bulabilirsiniz bu kitapta.
Belki de bu yüzdendir; kitapla ilgili yorumları araştırırsanız uç noktalarda yorumlara rastlarsınız. İnsanlar ya kitapta anlatılanları öyle katlanılmaz, kabul edilemez bulmuşlardır ki kimi zaman yazarı hakkında küfre varan ağır hakaretlerde bulunmuşlar ya da toplumumuzun maalesef ikiyüzlü tavrını fark edip kabul edip yazılanların aktarılışındaki gerçekçi gözlem yeteneğini ve kişinin hayatını az ya da çok etkileyen aşk ve cinsellik konusunun harika bir kurgudaki masalsı anlatımını hayranlıkla vurgulamışlar. İster çok beğenen uçta olun ister çok rahatsızlık duyan uçta kitabın etkileyiciliği su götürmez bir gerçek.
Benim kitabı sevmemi sağlayan ise içinde sık sık keşfettiğim ve bundan büyük keyif aldığım muziplikler. İlk hikâye sadece aşktan bahsettiği o yarım sayfalık kelimeler için bile okunur bence ama üstüne öyle de bir çatı kurmuş ki hikâyenin, biraz hayranlık hafif gıpta hissettiriyor okurken. O, gerçek hayatta rastlanmayacağını düşündüren aşk hikâyesindeki uzaylı ironisi yazarımızın en bayıldığım muzipliklerinden. Bir diğer muzipliği de ikinci hikâyesindeki yazar karakterinde bulunuyor: “Evet doğruydu, falında çıkmıştı. Başka bir iş bulamazdı. Bu işi, ona, bir yazar bulmuştu. Kendi de işsiz olan bir yazar bulmuştu.” Bu cümleleri okuyunca, işte, diyorsunuz. Yazar nefsine hakim olamamış; okur tarafından bilinme isteğine mağlup olmuş ve bin bir emekle oluşturduğu kurguyu kesmiş araya kendisiyle ilgili bir şeyler yerleştirmiş. İyi ve dikkatli bir okur olarak bunu fark ettiğiniz için kendinizi kutlamak üzereyken sonrasında gelen cümleler yanıldığınızı gösteriyor ve zaten hayran olduğunuz yazarınızı daha da bir seviyorsunuz. Çünkü öyle bir kurgu yapmış ki; evet kurgusunu kısacık bölüp yazardan bahsetmiş ama bahsettiği yazar, yine kurguya hizmet eden bir karakterdir. Kurgunun o hem sıradan hayatın içinden hem de sıra dışı, efsunlu farklılığına bir falcı yazar olarak katkı sağlıyor. Peki muziplikler bu kadar mı? Tabii ki değil. Kitap aslında birbirinden farklı üç hikâyeden oluşuyor. Ancak yeterince dikkat ederseniz içine incelikle yerleştirilmiş öyle güzel ayrıntılar buluyorsunuz ki okuduklarınız bir hikâyeden ziyade romanın farklı parçalarıymış gibi gelmeye başlıyor. Örneğin üç hikâyesinde de karakterlerin yaşadıkları öyle bir an oluyor ki; kendilerini arzın merkezindeymiş ve orada sessiz, huzurlu bir uykudaymış gibi hissediyorlar. Siz de bu organik bağı keşfetmenin hazzını yaşıyorsunuz. Yazarın yerleştirdiği bir sürü bağ var. Bu bağların peşine düşünce de kitabın sonunu ne ara gördüğünüzü anlamıyorsunuz bile.
Aralarında gizli bağlar bulunsa da üç hikâyeden oluşan bir kitap bu. O zaman kitapla ilgili yorumlarımı kitabın içindeki bir karakterin hikâyeye dair düşüncelerini alıntılayarak bitiriyorum.
“Bazı hikâyeler insanın başına gelir, tıpkı bir kaza gibi; insan bazı hikâyelere hazırlıksız yakalanır; bazı hikâyeler içinse, insanın içinin hazır olması gerekir. Bir de alınmış kararların hikâyeleri vardır. Dönüşü olmayan hikâyelerdir bunlar. İnsan kendi hikâyesinin nasıl bir hikâye olacağına doğru karar vermelidir. Sonra yağmura, doluya tutulur gibi tutulduğumuz hikâyeler de vardır; birden apansız mucizeler… İnsan en çok bunu ister ama, sonu iyi biten mucize var mıdır?

2 Yorum