“FOLLOW THE WHITE RABBIT”
Siz olsanız ne yapardınız? Beyaz tavşanı izler miydiniz? Kırmızı hapı yutmayı seçer miydiniz? Zaten kahramanlarla sıradan insanları birbirinden ayıran da bu sorularla çıkılan yolculuklar değil mi?
Bugüne değin hakkında sayfalarca yorum yapılmış, tonlarca fikir yürütülmüş, bakılmadık boyutu, incelenmedik noktası, ele alınmadık repliği kalmamış bir film. Neden bu kadar konuşuluyor, herkes bu kadar söz söyleme gereği duyuyor? Çünkü etkileyici. Öyle ya da böyle insanlar üzerinde bir etki bırakıyor. Öyle ya da böyle ne ki? Benim için muhteşem, harikulade, dâhiyane, eksantrik; sanatsal, felsefik, sosyolojik, psikolojik hatta antropolojik etkileri olan bir film. Hal böyle olunca iki kelam da ben etmesem olur mu hiç?
Öncelikle benim için dört farklı film yok. Yaşayan bir konusu olduğundan değişip dönüşen ama özünde aynı olan tek bir film var. MATRIX
Günümüzde metaverse (kurgusal evren), sanal gerçeklik, yapay zeka, avatar ve daha neler neler konuşulurken, bunlarla ilgili birçok teknolojik gelişme hızla önümüze gelip dururken benim gibi sanal dünyaya epeyce temkinli yaklaşan hatta çeşitli kaygılar korkular taşıyan biri için böylesi bir filmin varlığı akıl almaz geliyor. Hem bütün endişe ve korkularımı ayağa kaldırıyor, beni bir güzel sarsıyor, silkeliyor, bazı şeylerin farkına varmamı, sorgulamamı sağlıyor hem de insanlığa, duygulara, değerlere olan inancımı yeniden tazeleyip sakinleştiriyor ve anlama, kabul etme aşamasına geçişimi kolaylaştırıyor. Yani sanatın yapması gerekeni yapıyor. Bana hayatı sorgulatıyor.
İnsan ve makine arasındaki savaşı çoktan kazanarak dünyayı ve insanlığı ele geçirmiş insanı canlı, yaşayan, duyguları olan bir varlık gibi değil de enerji tarlalarında üretimi ve hasadı yapılan alelade bir pil gibi gören yapay zeka fikri inanılmaz ürkütücü. Bunun yanında kirli ellerimize ve zihinlerimize dur demezsek, doğa sömürgeciliğinden vazgeçmezsek, dünyamızın gelecekteki hali Matrix’tekinden farklı olmayacak. Bilinçsizce tüketim ve makineleşme, bizleri doğanın intikamıyla soluksuz kalmaya ve kendi ellerimizle yaptığımız makinelerle savaşmaya sürükleyecek. Kaldı ki; edebiyatta ve özellikle sinemada hayal edilip bir eser olarak ortaya konmuş fikirlerin gün gelip gerçekleştiği de görülmüş şeydir. Dolayısıyla çok inandırıcı bir hayal kurmuş senarist, yönetmen ve yapımcılar karşımıza böylesi çok katmanlı bir filmle çıkınca ben gerçek ile sanal dünyayı birbirinden ayıramayan küçük bir çocuk gibi korkuyorum insanlığın geleceğinden. Çok şükür ki umudu da korkunun yanında vermişler filmde. Mühendisin açıkladığı üzere Matrix beş kez kurulmuş, olmamış, altıncı Neo yüzünden yine olmadı. Son filmde benim hesaplarıma göre yedinci kez kurmayı deniyordu makineler. Her seferinde Neo, Trinity, Morpheus ve gemisindekiler başta olmak üzere durumun bilincinde ve ayırdında olan, tüm gücüyle savaşan daha çok insan vardı.
Bence bu filmi etkileyici yapan katmanlardan biri duyguların iyi işlenmiş olmasıdır.
*En temel duygularımızdan olan korku: Hayatımızın anlamı ya da anlamsızlığı (dünyaya sadece enerji üreten bir pil olarak gelmek mi? Aman Allahım!) Yahut bir başka korkumuz; başarısızlık, kaybetmek, kandırılmak, yanılıyor olmak, yok olup gitmek.(Neo’nun seçilmiş kişiye dönüşümü sırasında yaşadığı gel-gitlerde ne kadar derinden algıladık hep birlikte)
*Ya merak: Her şey beyaz tavşanı takip ederek başlamadı mı? Morpheus ne demişti Neo’ ya: “Sanırım,şu anda kendini tavşan deliğinden düşen Alice gibi hissediyorsundur.” Neo biraz da merak yüzünden almadı mı o kırmızı hapı?
*Bir de şüphe var tabii. İlk filmde Neo önce Zion tayfasından sonra kendisinin gerçekten seçilmiş kişi olup olmadığından, kahinin söylediklerinden şüphe duymuştu epey bir zaman.Ama son filmde şüphe had safhadaydı. Öyle ki; Neo yeni Matrix’de artık geçmişte yaşadığı şeylerin aslında kendi zihninin bir uydurması olduğuna inanacağı bir hayatın içinde yaşamaktadır. Her şey o kadar inandırıcı kullanılmıştır ki; Matrix’in son versiyonundaki hayatında yaşadığı şeyler bir video oyununa çevrilmiştir. Üstelik de kendi tasarladığı bir video oyununa.Böylece yaşadıklarından hatırladıklarını aslında hatırlamadığını beyninin uydurduğunu kanıtlasın, öyle sansın diye. İşte bu şüpheler, sanrılar da bize son filmde en çok beğendiğim fikri ve karakteri getirdi. Psikolog…
*İhaneti unutmamalı. Her vakit her yerde karşımıza çıkan herhangi bir sebepten eşini, dostunu satan gammazlar.Cypher sanırım, bir biftek özler ve matrix’ten ayrıldığı için haplarla beslenmektedir. Kendi kendisine “ya şöyle güzel güzel matrix bifteği olsa şimdi, her ne kadar gerçek olmasa bile, bana vereceği tad gerçek olacak.” Ortalıkta gerçek bir biftek olmasa bile o gerçek olmayan sanal biftekten alacağımız haz gerçek. O hazzı yeğler böylece Smith ile anlaşmaya girer.
*Öfke, o vakit Cypher’a karşı hissettiğimiz o büyük duygu. Aynı duyguyu mühendis için de ajan Smith için de hissediyoruz.
*Temel ihtiyaçlarımızdan biri olan inanç da var elbette. Önce Morpheus’ ta sonra da Trinity’ de gördüğümüz seçilmiş kişiye duydukları inanç. Aslında biraz da uhrevi güçlere, yüce bir varlığa inanma ihtiyacımızı göstermiyor muydu bize? Burada kahinin varlığını da söylemeden geçemeyiz elbette.
*Veee tabii ki aşk. Hem filmin hem de biz insanların itici gücü, ateşleme motoru aşk. Leo-Trinity aşkı öyle inanılmaz öyle akıl almaz şeyler yaptırıyor ki insanlara. Son filmde karşımıza dünyayı ayakta tutan enerji veya denge olarak çıkıyor. Matrix enerjisini tetikleyebilmek için Leo’nun ulaşamayacağı ama hep de hissedebileceği bir noktaya Trinity’yi koymaları gerekiyor. Ve tabii her zaman kurtuluşun ateşleyici gücü olarak hissediyoruz aşkı.
*En nihayetinde de sevgi, insan sevgisi. Bir noktada o kadar öne çıkıyor ki,; insanlığı kurtarmak için kahramanımız Neo ve tabii ki Morpheus, Trinity ve birlikte savaştıkları pek çok kişi kendilerinden vazgeçiyorlar insanlık için.
Dediğim gibi Matrix, insani değerlerimizi ve duyguları öyle iyi işliyor ki film bittiğinde bile siz bir şeyler hissetmeye devam ediyorsunuz. Yaşadığınız katarsis öyle yoğun oluyor ki epeyce yorgun ama belli bir dinginliğe de ulaşmış buluyorsunuz kendinizi. E bir sinema filmi size daha ne sunsun ki değil mi ama?
Eğer Matrix’ten bahsediyorsam bolca tartışılan felsefe katmanına değinmeden geçemem. Çünkü bence bu filmi etkileyici kılan en değerli özelliklerden biridir felsefe bağlantısı.
*İlk olarak Antik Yunan felsefesi ile bağlarını keşfedelim. Sokrates “Sorgulanmamış hayat yaşanmamış hayattır.” diyerek derin uykuda olanları uyandırmak, düşünmeden yaşanan hayatların anlam kazanması için bunca çaba sarf etmeseydi fikirleri günümüze kadar ulaşır mıydı? O, insanlığın görmesi için çabaladı. Matrix’te bunu Neo’nun ilk kez Matrix dışında uyanışı sırasında gözlemledik. Neo kırmızı hapı seçip gerçek dünyaya gözlerini açtığında “Neden gözlerim acıyor?”diye soruyor. Morpheus ise “Çünkü daha önce onları hiç kullanmamıştın!” diyerek gayet anlamlı bir mesaj veriyor. İnsan, “Bizler de hakkıyla gözlerimizi kullanabiliyor muyuz?” diye düşünmeden edemiyor doğrusu.
Sonrasında verdiği savaş sırasında bir hain tarafından Neo’nun gözleri kör edildi ama bu artık sorun değildi çünkü o gözleriyle değil bilinciyle görmeyi öğrenmişti.
* Platon’un ünlü mağara alegorisine gelelim. Ömrü boyunca bir mağaranın duvarına dönük bir şekilde zincirlenmiş insanlar, hayatları boyunca yakılan ateşten duvara yansıyan gölgelerde kendilerine gösterilenlerin gerçekliğine inanırlar. Ancak içlerinden biri zincirlerini kırarak gerçek dünyayı görür ve şimdiye kadar gördüklerinin birer yalan olduğunu öğrenir. Bir kurtarıcı olarak mağaraya döner ve diğerlerini de uyudukları uykudan uyandırmaya çalışır…
*Bir de Descartes’ın şeytan argümanı vardır. Bütün evreni bir şeytan yaratmış ve benim zihnime bu tecrübeleri koymuş olabilir, der. Bu da insanı, gerçekliğin bilinip bilinmeyeceğine dair kuşkuculuğa götürür. ( Matrixi kim yarattı?)
*Bir diğer argüman da; Bucknam’ın “kavanozdaki beyin metaforu”. Bucknam kuşkuculuğu açıklamak için böyle bir argümanı geliştirir. “Diyelim ki; bir bilim insanın bir takım çok güçlü olanakları var, bilgisayar kullanıyor ve insanların beyinlerini alıyor, onları bir kavanoza koyuyor ve elektrotla bilgisayara bağlıyor ve istediği simülasyonları beyne iletiyor. Bizim yaşadığımızı sandığımız gerçeklik aslında beynin içinde oluşan ve bu bilim insanı tarafından verilmiş bir takım simülasyonlar.Bu mümkün olabilir mi?” diye sorar ve “Mümkün değil” der. O, mümkün değil diyor olsa da insan bu argümanı okurken Matrix filmindeki enerji tarlalarını ve orada bir kabinin içinde beynine sinyaller gönderilerek uyutulmakta olan insanları düşünmeden edemiyor doğrusu.
*Filmin başında Neo’nun evine gizli müşterileri gelir. Ondan gizli bir bilgisayar yazılımı alacaklardır. Neo kaçak dosyalarını Simulacra & Simulation kitabının içine saklıyor. Bu tek başına, yaşadığı dünyanın dijital perdesinin arkasındaki açık bir bakış, aynı zamanda da bir atıf ve göndermedir.
Bu kitap, Fransız filozof Jean Baudrillard tarafından yazılmıştır. Baudrillard, modern dünyanın bir “hiper gerçekliğe” dönüştüğü teorisini ortaya koyar. Yani gerçeği sanaldan ayırmanın giderek zorlaştığı teorisi kitabının içinde, Neo kendi gizli eşyalarını saklamaktadır. Hatta daha sonra Morpheus, Matrix simülasyonunu “gerçeğin çölü” olarak tanımladığında da Baudrillard’ın teorisinden alıntı yapmaktadır.
*Örneğin Morpheus, Yunan mitolojisinde rüyalar ve uyku tanrısının adıdır. Morpheus’un filmde tam tersi bir role sahip olduğunu ironik şekilde görürüz. Yunan tanrısı Morpheus insanları uyuturken, Matrix filmindeki Morpehus uyuyan insanları rüya hallerinden uyandırmaktadır.
Matrix serisi bize göstermektedir ki, hiçbir şey göründüğü kadar basit ve sıradan olmayabilir.
Mesela Kırmızı hapı almayıp da Matrix’in içinde kalmayı, yediğimiz biftek gerçek olmasa bile ondan haz alarak yaşamayı seçersek, her gün paramızı nasıl arttırabiliriz, nasıl iktidara gelebiliriz veya daha yüksek not alabiliriz sorularını tekrarlayıp durmaya devam edeceğiz; tehlikeye atılmayacağız; bilmediğimiz bir ‘yol’ a çıkmayacağız; konfor alanımızda kalmaya devam edeceğiz. Yok eğer “Bütün yaşadıklarımız bir simülasyon mu acaba?” sorusuyla yola çıkarsak o zaman işte neden para kazanmaya çalıştığımız, neden üniversitede bulunduğumuz, neden böyle bir işte çalıştığımız gibi sorularla yüzleşeceğiz. Akşam olup da evimize döndüğümüz ve ertesi sabah yeni bir güne uyandığımız zaman neden hala yaşamaya devam ediyoruz sorusuyla baş başa kalacağız.”
Fakat şöyle bir sorun daha var; gerçeklerle sanal arasındaki fark bile sanal olabilir. Bizim farkında olmamız gereken seçimlerimiz… Kırmızı hap mı, mavi hap mı? Yani, simülasyon içinde hazzı mı tercih edersiniz yoksa acılara rağmen özgür olmayı mı tercih edersiniz? Gerçeklik olarak varsaydığımız yer bile aslında simülasyonun bir parçası olmasın?
Yine de uyanmalı mıyız? Kim bilir?
” Wake up!”
S.G.
#matrix #matrixreloaded #matrixrevolutions #matrixresurrections #neo #morpheus #trinity #harris #zion #ajansmith #kahin #anahtarcı #trenci #theanalyst #mağaraalegorisi #şeytanargümanı #kavanozdakibeyinmetaforu #simulacrasimulation #wakeup #followthewhiterabbit
2 Yorum