İncelikler Yüzünden

İncindim, incitildim derinden. Böyle başlıyor Sertap’ın o çok sevdiğim şarkısı. Bilir misiniz? Mutlaka dinleyin. Ne oldu hatırlamıyorum ama bir şey oldu muhakkak beni tetikleyen. Günün rutini içinde önemsemedim ya da öyley-miş gibi yaptım. Ama öyle bir bilinçaltı var ki bende asla izin vermez unutmama. Hemen günün anlam ve önemine uygun bir etkinlikle hatırlatır kendisini. Evet günün konusu da bu şarkının dilime dolanmasıyla belli oldu. ‘ İncelikler’ ‘Kaybolan incelikler’ de kullanılabilir konu başlığı olarak.

Çok karşılaşırız gün içinde bu konuyla sonra günün hayhuyu arasında unutur gideriz. Oysa ne önemlidir ruhumuz için; varlığı ya da yokluğu bizi nasıl derinden etkiler inceliklerin. Sosyal medyada birkaç kez rastladım. Eski incelikleri anlatan bir yazı vardır.

*Eğer bir evin camında sarı çiçek varsa, “Benim evimde hasta var. Buradan geçerken bağırmayın” demekmiş.

* Dünya hayatı bir imtihan ve hayat geçici olduğu ve hiç kimse yaşadıkları evlerinde yüzyıllar boyu yaşayamayacaklarından, evlerinin duvarlarına; “ YA MALİK’EL MÜLK” yazarlarmış “Ey Allah’ım bütün mülk senindir.” demekmiş. Yine aynı sebepten Osmanlı’da betonarme ev yapanlar ayıplanır evler hep ahşaptan yapılırmış.

* İnsanlar edeplerindeki incelikten dolayı “ışığı (mumu) söndür yerine dinlendir; yak yerine uyandır” derlermiş.

* Evlerine misafir geldiği zaman, misafirlerin ayakkabılarının burunlarını dışarıya dönük değil de içeriye dönük koyarlarmış. Bunun anlamı ise, “Biz sizin misafirliğinizden memnun kaldık, evimizi tekrardan şereflendirmenizi bekleriz” demekmiş.(Ben hep dışarı dönük yapardım bilmeden kolaylık olsun diye, ne kabalık!)

* Misafire kahvenin yanında su ikram edilirmiş. Eğer misafir aç ise ilk önce suyu, tok ise kahveyi alırmış. Eğer suyu almışsa ev sahibi hemen misafiri utandırmayacak bir şekilde mütevazı bir sofra hazırlayıp misafirin karnını doyururmuş.

* Kapı tokmakları aslan başlı ve çiçek motifli iki ayrı tokmaktan oluşurmuş. Aslan başlı kalın ses erkek için, çiçek motifli ise ince ses kadın için kullanılırmış. Böylece eve kimin geldiği anlaşılır, ona göre karşılanırmış.

Başka başka yerlerden yıllar içinde devşirdiğim örnekler de var tabii.

*Dervişler odadan geri geri çıkarlarmış mesela, odadakinden yüz çevirmiş olmamak için.

* Yörükler ormana oduna giderken yanlarına aldıkları baltayı bir bez parçasına sararlarmış körpe fidanlar ‘ bizi de kesecek’ sanmasın diye.

* Odun deyince akla gelen en güzel dervişi anmadan geçmek olmaz elbet. Yıllar yılı Taptuk Emre dergâhına yakışmaz diyerek düz odunları seçmek için uğraşan Yunus Emre. İncelikler kendisinden öğrenilmeyecekse kimden öğrenilecek!

* Osmanlı mimarisinde herkesçe bilinen bazı incelikler de var elbette. Evlerin dış cephelerine yapılan kuş evleri gibi.

* Yine hayvanlar için kaldırım taşlarının bir sırasının oyuntulu yapılması da var. Orada biriken yağmur sularını içebilsinler diye.

Bir de benim çocukluğumdan hatırladıklarım var.

*Evde güzel bir yemek pişmişse ya da bahçede tüketebileceğimizden çok mahsul olmuşsa hemen bir tabağa konup tutuşturulurdu elime. Komşuya götüreyim diye. Komşu da bırakmazdı beni. Tabak geri alınacak ya! Hiçbir şey bulunamazsa evde bayramdan kalma üç bayram şekeri konurdu tabağa ve öyle verilirdi geri.

*Cenaze zamanları vardı bir de. Evde televizyon bir hafta açılmazdı; komşumuza saygıdan. Öyle hissederdim ki sanki gürültü yaparsak incitiriz komşumuzu. Dikkat etmeye çalışırdım o çocuk aklımla. Sessiz oynardım oyunlarımı elimden geldiğince. O gün, hemen yemekler pişirilirdi bizim evde öyle ya kaybı olan komşumuz yemek yapmayı düşünemezdi çünkü üzüntüsünden; e çok ziyaretçisi de olurdu taziye için. Sanki o kaybın acısı öyle, sessiz sessiz paylaşıla paylaşıla hafiflerdi günden güne ve hayat bir zaman sonra normale dönerdi tekrar.

*Sokağımıza yeni birileri taşınıyorsa da farklı incelikler işlerdi. Mutlaka yardım edilirdi ucundan kıyısından; çünkü eskiden evden eve nakliyat diye bir şey yoktu. Bir de komşulardan biri elinde bir tepsi ile çıkagelirdi. Yorgunluk çayı olmadan olur muydu hiç? Yanında börekler, kekler… İşte tanışıp kaynaşıverirdi yeni gelen, eski komşularla. Sonrası kırk yıllık ahbaplık.

*Mesela Bütün mahalle birlikte büyütürdü bebeleri. Annenin önemli bir işi varsa çocuğu sokakta oynarken komşuya emanet edilir; çocuk daha oyundan ayrılmadan annesi geri dönerdi de ruhu bile duymazdı. Tabii bu arada komşu, sokaktaki çocukların hepsinin eline salça ekmekleri çoktan tutuşturmuş olurdu.

Bir yerlerde bir yazı okumuştum bu gibi incelikler üstüne. Apartmana yeni taşınan kişi eline küçük bir saksı çiçek alıp alt kattaki komşunun kapısını çalmış. “Biz taşınırken çok gürültü yaptık, kusurumuza bakmayın” diye. Ne incelikli bir davranış diye yazılmıştı. Evet öyleydi öyle olmasına da bu işte beni içten içe rahatsız eden bir şey vardı. Bir şeyler eksikti; yanlıştı; tersti; ne bileyim. Benim gibi hissedip düşünenler anladılar çoktan, neden rahatsız olduğumu! E anlamayana da davul zurna…

Sonra kendi anım geldi aklıma. Elimde yeni pişirdiğim hoş geldiniz keki, yeni taşınan karşı komşunun kapısındayım. Kadın öyle bir bakmıştı ki bana. O keki yapıp o kapıyı çaldığıma pişman etmişti. Sonrasında karşı komşumla her selamsız karşılaşmamızda “insanlık ne ara bu hale geldi” diye çok düşündüm. Ne ara böyle umursamaz olduk kimseleri? Ne ara bıraktık nezaketi elimizden? Selamsız sabahsız geçip gitmeler ne zaman normalleşti böyle? Kaldırımda bırak nazikçe yol vermeyi ne ara bize hoyratça çarpacak omuzlardan kaçar olduk? Nasıl sürükledik kendimizi bu büyük yalnızlıklara özgürlük kisvesi altında? Böylesi incitici sorular ne ara çoğaldı bu kadar? Oysa bu inceliklerdi ruhumuza iyi gelen insanlığımızı besleyen. Birini kendimize yakın hissetmemizin en temel sebeplerinden biriydi belki de. Hayata karşı güçlü duruşlarımızın gizli destekçileriydi onlar. Ne diyordu Sertap Erener? “Ben bu yüzden, incelikler yüzünden/ Belki daha çok üzüldüm.” Ve ekliyordu sonra “Siz yine de incelikli davranın/ Benim kadar değilse de”

Bir minicik kız çocuğu bak
Duruyor orada hâlâ
Anlatamam gördüklerimi
O neşeli çocuğa.
30.01.2021 saat:18.18
Edirne/Keşan

2 Yorum